inanç

“Şu an başlasak kırk yılımız var, dünyanın en iyisi olabiliriz.”

Bu cümle beni çok sorgulattı.

İnsan umut etmek ister. Gerçeğe değil ihtimal olana ihtiyaç duyar. İnsan hayalsiz ve ümitsiz nasıl yaşam motivasyonu bulabilir? Bu cümleyle motivasyonunu açıklıyor.

İnanmak temel bir ihtiyaçtır; bu yüzden ateist olmak-olabilmek kolaycılık değil, çok ağır bir yükün altına girmektir. Ben tanrı olsam cennetime keşişten evvel ateisti alırdım. (Oo sansasyonel cümleler!)

Bilimsel olarak baktığımızda, alıntıladığım cümle -gelişimsel ve genetik bağlamda- bu kadar kolay değil. Gelişimde kritik dönemler ve evreler var, zeka ve yetenek yazılımları var, var oğlu var. Ben bunu bilmekle kendi umudumu, dillendirmekle de okuyanın yani sizin umudunuzu zedeliyorum. Biliyorum.

Ama bu kadar da gerçekçi, akılcı bir bakış açısıyla asla yaşanamaz ve övünülemez. Bu raddede biriyseniz diye söylüyorum, sanat tek başına sizi çürütüyor. Çünkü sanat diyor ki:

“Matematikle müziğin, psikanalizle edebiyatın, geometriyle resmin birleştiği bölgeyim ben.” Bu da demek oluyor ki umut ve bilim, mucize ve gerçek, gerçeküstücülük ve teknoloji ayrı yolun yolcuları değil.

İnanmak bir duygudur. Duygulanmaktan korkmayın. Hiçbir şeye değilse de kendimize, fikirlerimize, çabamıza inanabiliriz; çünkü bu batıl ya da hurafe değil. İspatı şu: Başaranın başarmadan önceki kafaya koyduğu o şey kimseye makul görünmüyordu. Çünkü başarı hiçbir zaman akıllı işi değildir. Bu nedenle tüm filozoflar, sanatçılar, mucitler, teorisyenler, akademisyenler… kafayı yemişlerdir.

Hülasa, gerçekçilikle aşırı perdelenmeye lüzum yok. (Bence perdeleme harika bir savunma mekanizması adı oldu.)

Teolojik olarak inançsız olabiliriz; ama inançsızlığı tüm duygulara genellemek kadar insanın kendine hangi büyük zulmü var ki hayatta?